Ufuk Ötesi okuyucularıyla, çorbası çok su götüren bir konuyu, kısaca Türk Modası hakkındaki düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Bu konuya eğilmemin sebebi yabancı filmlerin dekorlarında sıkça gördüğüm halı-kilim ve Türk Motifleridir. Biliyorum, “Biz ne zaman güçlü bir devlet olursak, o zaman, yeniden dünyaya kendi kültür ürünlerimizi tanıtır, sevdirir, benimsetiriz.” diyeceksiniz. Ama ben size güçlü bir devlet olabilmemiz için her alanda, kendi modamızı, önce kendimizin keşfetmesi gerektiğini söylemek zorundayım. Çünkü bir bütün olan kültür ürünleri, bir mücevher gibi, işlenildikçe zenginleşiyor, parıldıyor. Moda deyince önce giyim-kuşam anlaşılıyor değil mi? Halbuki davranışların, yeme-içmenin, yiyeceklerin, oturup kalkmanın, gezip tozmanın, eğlenmenin, dinlenmenin, üzülmenin, sevinmemin, kısaca hayatta yaşadığımız her duygu, düşünce ve davranışın, kullandığımız her şeyin de modası olabiliyor. Moda, yani o an için orada veya her yerde geçerliliği ve sürümü, piyasası, satışı çok, kullanışı yaygın olan her şey! Bu kavram çok geniş kapsamlı. Hayatımızın her anına ve alanına sızmış yabancı kültür öğelerini, yabancı moda-ecnebi modası, bizim tarihi derinliklerimizden bugüne taşıyıp yaşattığımız şeyleri de yerli moda-Türk Modası olarak kabul edebiliriz. Günün yirmi dört saatinde gördüklerimizi, yaşadıklarımızı, hissettiklerimizi, kullandıklarımızı alt alta sıralasak (ki bir kitap hacmini aşar) bunların kaçı yabancı, kaçı yerli baksak ve bir grafik çizsek, acaba Türk Rengi’ni taşıyan dilimin oranı ne olurdu? Biraz daha ileri giderek şunu sorabiliriz; Bu oran tarih boyunca ne olmuştur? Yükseliş ve fetret dönemlerimizde yabancı kültürlere hayranlık, yabancı modasına fazla özentinin sebepleri neler olabilir? Geçmişte de yabancı kültürlere “daima sıcak” duruşumuz var mıdır? Olmuşsa bundan ne gibi kaybımız veya kazancımız olmuştur? Galiba, biz Türkler, diğer milletlere göre modayı daha yakından takip ediyoruz! Dolayısıyla zayıf dönemlerimizde bundan fazlasıyla zarar görmemiz kaçınılmaz oluyor. Türk Milleti’ni bu zaaflarından biz arındırmalıyız. Türk Devletinin güçlenmesini beklemeden Türk Modasını güçlendirmek zorundayız. Bunu biz yapabiliriz! Nasıl mı? Milletimizi iyi tanıyarak! Bilmediğimiz yönlerini araştırıp bularak, kültür varlıklarımızın her birini, yaşayanları, kaybolup gidenleri bulup işleyip geliştirerek, zenginleştirerek, sevdirerek, benimseterek. Türk’ün TÖRE’ sini (yazılmamış anayasasını), Türk Kimliğini (nasıl davranır, duyar, hisseder, yaşar) öğrenerek, yaşayarak, yaşatarak! Kültürümüzün her sahasıyla ilgili uzmanlar, hep birlikte, aynı zamanda çalışır ve mesailerini ortaya koyarlarsa ancak o zaman başarılı olma imkanı doğar. Bireysel gayretlerin, boş bir tuvaldeki küçük çizgilerden öte bir anlam taşımadıkları için başarı şansı çok azdır. Mesela bir yürekli çıkıp da “Türk Bahçeciliği nasıldı?” diye araştırır ve sonuçlarını yayınlarsa, belki birçoğumuz bu çalışmadan istifade edip bahçemizi, balkonumuzu buna göre düzenleyebiliriz. Modayı dar anlamıyla -giyim kuşam- ele alıp, bu düşüncemizi geliştirelim; Mesela, Türk Giyim Felsefesi, Türk Renkleri, Türk Motifleri, Türk Sembolleri, Türk Kumaşları, Türk Şapkaları, Türk Ayakkabıları, Türk İç Giyimleri, Türk Dış Giyimleri, Türk İşlemeleri.. böyle araştırmayı gerektiren konulardır. Bu ve yakın alanlardaki çalışmaların sonuçlarını, uzmanlar ve sanatçılar ele alıp bir Türk Giyim-Kuşamı ortaya koyabilirler. “Türk Takıları nedir?” diye birileri çıkıp araştırma yaparsa, hepimiz mutlak bundan istifade ederiz. “Türk Sofra Süslemesi nasıl olurdu?” diye araştırılırsa biz de belki sofralarımızı buna göre düzenleriz. Çok çalışma mecburiyeti bütün alanlar için geçerlidir. Çünkü kültür bir bütündür. Aksi takdirde dünyayı saran bir Türk Modasını oluşturmak –devletimiz güçlü olsa bile - mümkün değildir. Hilal’ in gücü, geleceğimiz, her şeyimiz olan çocuklarımız -küçük yıldızların Türk Giyim-Kuşamı için çizeceği elbise modellerine, bu da onların eline verebileceğimiz malzemeye bağlıdır. Yani bir küçük yıldız ortaya çıksa ve dese ki “Dünyada bir Türk Modası fırtınası estirecek modeller çizeceğim!”, iddiasının gerçekleşmesi için, hem kendisinin olağanüstü bir gayretle çok çalışması (on bin yıllık bir tarihin kalıntılarını inceleyerek Türk Giyim-Kuşamını tespit etmesi, ayrıntılarını keşfetmesi, takılarını ve diğer yan unsurlarını öğrenmesi, kalemini en güzel ve işlek bir şekilde işletebilmesi,diğer milletlerle kendi milletinin giyim-kuşamı arasındaki farkı görebilmesi ve birikimini çizimlerine yansıtabilmesi) gerekir, hem de sözü edilen alanların her biri için ayrı ayrı uzmanların çok çalışması gereklidir. Siyon Yıldızı’nın, Haçın yanında Hilal’in de gücünün olmasını istiyorsak, küçük yıldızlarımızın Türk Modası doğurmak için çizeceği modellere malzeme sağlamak zorundayız. Kısaca hepimizin çok çalışması gerekiyor. Ancak kendimizi çok iyi tanıyarak, merakımızı geliştirerek, birikimimizi ciddi-elle tutulur belgelere dönüştürmeyi öğrenerek, komplekslerimizden sıyrılarak, çekememezliği bir yana bırakarak, örgütlü çalışmalara katılarak, örgütleyerek, sahip olduğumuz ama kullanamadığımız bilgiyi ve tecrübeyi üst üste koymasını bilerek, bugünü değil geleceği düşünerek, kendi emellerimizi milletin menfaatlerine uydurarak, karşılıksız severek... Bunu, biz, hepimiz yapacağız. Milletimizle ilgili her konuda bulabildiğimiz her şeyi sistemli bir şekilde araştırıp, kayıtlı hale getirecek ve o alanda çalışanların eline vereceğiz. Sadece giyimde değil, her alanda Türk Modası oluşturmak hiç de zor değil. Yeter ki biz ilgili değil, bilgili ve verimli-eser veren, paylaşan, danışan, fikir yürüten olalım. Öncelikle de Türk Milletini sevmeyi bir moda haline getirelim. Getirenlere itibar edelim.! Milletimizin güzel ve örnek yönlerini en derin ve etkili bir şekilde ortaya koyamazsak onu sevdirmeyi de başaramayız. Bu da çalışma, araştırma, okuma, öğrenme ve öğretmek demek. Onun da modası bize çok lazım.. Evet gördüğünüz gibi bizde laf bol. İşkembeden atmak kolay. Amma büyükannemin dediği gibi: “Süs hoşca, yapması güçce!”
aybarsfirat@yahoo.com
|