-

 

Mehmet Nuri Yardım  

Sır vermeden gidenler


Ünlü edebiyatçı Ziya Osman Saba’nın mezarı hâlâ bulunamadı

Mehmet Nuri Yardım
"Önce kulaktan kulağa yayıldı haber. Sonra basına yansıdı. Gazeteler, dergiler ardarda haber yaptılar, yazılar yayınladılar. Yorumlar diz boyuydu televizyon ekranlarında, radyolar bangır bangır...
Memleket ve hüzün şairinin Eyüp'teki mezarı kayıptı. Sanatkârın yakınları bile bilmiyordu yerini. Acımasız kepçeler yıllar önce güzelim aile mezarlığını yerle bir etmiş, bir bilinmeyen yere fırlatıp atmıştı. Olacak iş miydi bu, sanat adamları bu kadar sahipsiz miydi? Ülkesi için acılar çeken, insanı için kahrolan şairin mezarına nasıl olur da 70 milyonluk bir ülkede sahip çıkılmazdı. Şairin çalıştığı gazetedeki dostları ve yayınevindeki patronu önayak oldu.
Ardarda yapılan yayınlar, kısa zamanda etkisini gösterdi. Kamuoyunun gündemine yerleşivermişti şairin kayıp mezarı.. Televizyon kanalları ilk haber bültenlerinde konuyla ilgili açıklamalara genişçe yer veriyor; Kültür Bakanı, İstanbul Valisi, Belediye Başkanı geniş açıklamalarda bulunuyordu.
Önce ufaktan nümayişler başladı, ardından mitingler düzenlendi sıra sıra. "Şairimize sahip çıkalım" pankartları kalabalığın omuzları üstünde göklere yükselirken, dağıtılan bildirilerde şairin mısraları yer alıyordu. Mezarı kaybolamazdı, onun hatırası yaşatılacaktı. Mitinglere öğrenciler de katıldı zamanla. Minik yavrulara mikrofondan konuşmalar yaptırıldı. "Şairimi istiyorum" sloganları dalga dalga semaya yükseliyordu. Çerçeveli büyük fotoğrafları taşınıyordu kalabalık alanlarda.
Olay memleketin birinci meselesi haline gelmişti. Başbakan ve Kültür Bakanlığı'nın talimatı üzerine vali ve belediye başkanı, mezarlıklar müdürlüğünü alarma geçirdi. Çünkü artık mesele uluslar arası boyuta bile taşınmıştı. Batılı bazı kültür ve sanat adamları, tanınmış yazarlar konuyla yakından ilgilenmek üzere heyetler halinde Türkiye'ye geliyordu.
Çalışmalar kısa zamanda sonuç verdi. Kayıp mezar bulundu. Kırkmerdiven civarındaki aile mezarlığında yatan aile fertlerinin cesetleri ıssız bir köşeye atılmış, üstleri örtülmüştü. Şairin, annesinin, dayısının ve diğer yakınlarının kemikleri dikkatle toplanıp, eski yerine taşındı. Belediyenin başta başkan olmak üzere ileri gelenleri yeni anıt mezarın yapımıyla yakından ilgileniyordu. Açılış töreni tek kelimeyle muhteşemdi. Ülkenin şair başbakanı, kültür bakanını da yanına alarak Ankara'dan yola koyulmuş İstanbul'a Eyüpsultan'a gelmişti. Vali, belediye başkanı ve diğer yetkililer törende hazırdı zaten. Halk büyük bir ilgi gösteriyordu. Cıvar okullar tatil edilmiş, öğrencilerin bu kutlu olaya katılmaları sağlanmak istenmişti.
Çevreye hâkim, granit mermer büyük bir aile mezarlığı yapılmıştı kısa zamanda. Cıvardaki eski mezar taşları, kavuklu-sarıklı kabirler dümdüz edilmiş ve yol açılmıştı. Gösterişli bir kafes bile yapılmıştı şairin makberine. Mezar taşına iri harflerle ismi doğum ve ölüm tarihleri yazılmış, ayrıca dillerde dolaşan bir şiirinden birkaç mısralık bölüm de kazınmıştı.
Konuşmalar şairin mısraları ile süsleniyordu. Anlı şanlı ezelî Nobel adayı romancı, gür sesiyle olaydan duyduğu kıvancı ve onuru açıklıyordu. Kimi dinleyiciler gözyaşlarını tutamamıştı. Bir tarih yaşanıyordu çünkü. Edebiyata altın bir sayfa ekleniyordu adeta. Hele basın... Törende bir gazeteci ordusu vardı sanki. Eyüpsultan Kabristanı tarihinin en şa'şaalı ve izdihamlı gününü yaşıyordu bugün. Saatler süren program bitmeye doğru yüz tutarken semtin yoksul çocukları ilk defa şahit oldukları bu garip olayın şokunu yaşıyor, bir taraftan da kaçamak davranışlarla, holdinglerden gelen gösterişli çelenklerdeki rengarenk çiçekleri aşırmaya çalışıyordu. Eyüp, Eyüp olalı böyle anlamlı bir olayı yaşamamamıştı herhalde. Esnaf bile günün mânâ ve ehemmiyetine uygun olarak hüzünlü yüz ifadeleriyle konuklarını uğurluyordu.
Akşamın alacakaranlığı tepelerden mezarlığa inerken serin selviler altında yatanlarla vedalaşan kalabalık, şairin yeni ve görkemli anıt mezarını yavaş yavaş terkediyordu..."
Sevinç ve mutlulukla uyandım... Gözlerim faltaşı gibi açıldı. Tüh, rüyaymış meğer gördüğüm. Böyle şey olamazdı tabii... Çünkü mezarı kaybolan şair, Nâzım Hikmet değil Ziya Osman Saba'ydı. Nâzım'ın mezarı Moskova'daydı ve yeri belliydi. Saba'nın mezarı ise hâlâ kayıptı... Utanılası bir ölüm sessizliği kaplamıştı edebiyat dünyasını... Çünkü öyle bir şairi duymamış (!), tanımamış (!), okumamışlardı. (!)
Acı acı güldüm, kahırlandım önce. Sonra kendimi bir güzel teselli ettim. Şair zaten şa'şaayı, gösterişi sevmezdi ki... Çok masraflı mermer bir lahiti hiç istemezdi. Eyüpsultan'ın bütün mezarlığına sinmiş olan ruhaniyeti bir yerlerde huzurla uyuyordu mutlaka. "Geçen Zaman" şairinin mısralarını mırıldandım usulca.. "Sebil ve Güvercinler"in sessiz sesi, "Toprağım" şiirinde insanoğlunun hayat macerası ve ölüm serüvenini anlatıyordu: "Ne kadar istiyorum, akşamleyin, ezanda,/ Eski bir evde olmak, orda, Eyüpsultanda;/ Bir yanda ölmüşlerim, bir yanda kalanlarım./ Duyayım: Gece, gündüz, hayat, ölüm, içiçe,/ Dallara konan karga, canımı vuran serçe,/ Toprakta yatan annem, eli dizimde karım./ Ahret dolsun içime kumruların 'Hu...'sundan/ Diyeyim, camiinin geçerken avlusundan./ Şu musalla taşında bir namaz yatacağım./ Bir tabutun içinde sır vermeden gidenler,/ Orda, beyaz taşlarla yıllardır beni bekler,/ Benim de gözlerime yakın olsun toprağım."




www.ufukotesi.com - 10 / 2002  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.