Gerçek

 

Özdemir Özsoy  

Yazmaya korkuyorum -2-


Soygunculuğa, vurgunculuğa yalnızca-yerleştirildikleri- konumları itibariyle karşı duran, bunun dışında zerre kadar bir kişilik gösteremeyen Türkiye solunun sistemdeki çürümelere cephe alması, ülkücülüğün ‘künhüne vakfı olmayan’ yani inceliğini kavrayıp derinliğine inemeyen bazı arkadaşlarımızı, bu bozuklukları görmezden gelme gibi yanlış bir davranışa itilmişti.

Soygunculuğa, vurgunculuğa yalnızca-yerleştirildikleri- konumları itibariyle karşı duran, bunun dışında zerre kadar bir kişilik gösteremeyen Türkiye solunun sistemdeki çürümelere cephe alması, ülkücülüğün ‘künhüne vakfı olmayan’ yani inceliğini kavrayıp derinliğine inemeyen bazı arkadaşlarımızı, bu bozuklukları görmezden gelme gibi yanlış bir davranışa itilmişti. Bu değerli gençlerimizden bazıları, ülkeyi ekonomik ve sosyal yönden çökerten çirkinlikleri eleştirdiklerinde, adeta o slogancı, sahte solun yanında yer almış gibi bir duyguya kapılıyorlardı. Böyle bir görüntü gerçekten hoş olmazdı. Ancak gerçekleri ifade eden kim olursa olsun hangi art niyet ile yaparsa yapsın doğruya doğru demekten çekinmemek gerekir.
Devlet adına tahsilat yapan, bu Galata bankerleri denen “kefere” Osmanlı’yı borçlandırarak nasıl tüketmişse şimdi de çok daha tehlikeli yollardan geçilerek Türkiye’mizin iç ve dış borçları, altından kalkılamayacak bir düzeye çıkarılmıştır. Bu konularda rakam vermek artık bıktırdı insanları. Birbuçuk yıl boyunca bir “düyûn-ı umûmiyye” görevlisinin adını kullanmadan haber programını açamayan zavallı medya sözcükleri bile artık ekonomik verileri tekrarlamaktan bıktılar. Artık kimse “hazret” geldiğinde 200 milyar dolar olan GSMH’nın şimdi 150 milyar dolara düştüğünden bahsetmiyor. Teşrif ettiklerinde 54 milyar dolar olan iç borç 87 milyar dolara çıktı, dış borçlar ödenemeyecek bir meblağa ulaştı diyen artık yok gibi. İşsiz sayısı devleti batıracak orana ulaşmış, kimin umurunda? Üstelik bu sayıyı, çalışma çağında olanların sayısına değil de nüfusa oranlayan gafillerin yanılgıları da caba.
Haydi perhizi bozduk, rakam vermeye başladık. Bu arada bir rekordan bahsedelim; gözden kaçmasın. Türkiye ekonomisi bu dönemde tarihinin en yüksek negatif büyümesini (yani küçülmesini) yaşamıştır. Yüzde dokuz küçülme... Şimdi bu tabana göre yüzde üçbuçuk büyümeye geçilmesini başarı olarak göstermeye çalışanlar çıkacaktır, göreceksiniz.
İşte korkumuz, bu gerçekleri yazdığımızda peşin hükümlerden arınıp tarafsız bir değerlendirme ile gerçekleri kabul edecek bir çoğunluğu bulamamak ihtimalidir.
Şimdi açıkça söyleyelim. Herkes şapkasını önüne koyup bir iyice düşünsün. Serbest piyasa ekonomisi diye Türk milletine sunulan bu düzenin uygulamaları kimin çıkarına hizmet ediyor.
“Devletçiliği mi savunuyorsunuz?” diye sizlere demogoji yapmaya kalkışan “kapalı zihinli” insanlara asıl “müdahaleciliğin” bu ülkenin piyasasında mevcut olduğunu anlatın! Belirli siyasi çevrelerin adamı olduğu bilinen şahıslara devlet kesesinden yani milletin cebinden hıksız, yersiz, yolsuz ve de karşılıksız teşvikler verilmesi serbest rekabetle bağdaşır mı?
Hiçbir çıkarı olmadığı, aksine şu bozuk ekonomik düzenin mağduru olduğu halde bu cambazlığı savunan saf vatandaşlarımıza soralım. “Sana bir kamu bankasından, 200 milyon dolar versem bir özel banka kuramaz mısın? Üstelik içini boşalttığında yine milletin cebinden tasfiye edilmek üzere fona devredileceğini yani tekrar bir nevi devletleştirme yapılacağını bile bile... Bak, sende bir çırpıda büyük işadamı oldun. Dürüst girişimcileri, “hatalı sollamanın” rizikosunu da onların üzerine yıkarak geçtin, gitin.”
Demek ki, bu piyasanın serbestliği böyle oluyor; başıbozukluk şeklinde. Bunu gördük de acaba bu serbestliğin piyasası nasıl oluyor? Bu piyasa (piazza) dediğiniz şey “meydan, alan” manasına gelir. Türkçemizde “pazaryeri” kelimesiyle tam karşılığını verebilirsiniz.
Ancak ülkemizde bu pazarın artık belli bir zümrenin alış-verişi için açık olduğunu apaçık görmüyor musunuz? Daha doğrusu bu pazarın, milletin gerçek çoğunluğuna (makul çoğunluk safsatasına değil) kapatılmış olduğunu görmüyor musunuz?
Ticaret ahlâkından yoksun, töresiz bir düzenin “derinliği” olur mu?
Bir ülkede piyasa denilince rantiye sınıfının atış alanı anlaşılıyorsa hâlâ niye televole ekonomistlerini kullanarak ve şanlı borsamızın kurşundan askerlerini konuşturarak milleti iğfal ediyorsunuz? Gün yirmidört saat, dinleyicinin, seyircinin beynini yıkıyorsunuz; daha doğrusu kirletiyorsunuz.
Ülkenin iç ve dış politikasını akıllarınca belirleyip dayatmaya çalışan şu güdümlü finans çevrelerinin dışında koca bir Türk milleti yok ha, öyle mi?
Halkı, gerçek manada sınıflara ayırıp birliğini bozmak bu değil midir?
Herkes içtenlikle bir daha düşünsün!
Düşünsün de hâlâ hokkabazlıklara sahne olan seçim sath-ı mailinde (eğik düzleminde) yine aldatılıp uyutulmasın.
Bakın, durumu istismar eden “küskünler” bir yana, yine aynı seçim kanunlarıyla seçime gidiliyor. Neymiş? Yönetim de istikrar olacakmış. Ülkede istikrar kalmamış; umurlarında mı?
Bir ara ayıp olmasın diye “temsilde adalet” ve “yönetimde istikrar” kavramları bir arada telaffuz edilirdi. Şimdi vazgeçtiler, temsilde adaletten bahseden yok. Adalet onlardan çok uzak çünkü...
Ama işte açıkça söylüyoruz. Temsilde adaletin olmadığı yerde yönetimde istikrar bulamazsınız. Bulduğunuzu sanırsınız, fena halde yanılırsınız.


www.ufukotesi.com - 10 / 2002  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.