Üstüne tartışılacak bir Türk filmi çekilmemişse bu satırların yazarı ne yapsın? Ya yazı yazmayacak, ya da daha önceki yıllarda yapılmış filmleri gündeme getirecek. Bu yazıda Zeki Demirkubuz’un önceki yıllarda yaptığı Türk sinemasının şimdiden birer klasik eseri olduklarına inandığım dört filmini yazacağım...
İlke olarak vizyondaki yabancı filmler üzerine yazı yazmayı kendime yediremiyorum artık. Vicdanımı rahatsız ediyor. Yabancı filmlerin eleştirileri her yerde çıkıyor zaten. Gün gün eriyen, yok olan Türk sineması ağlanacak haldeyken tutup bir yabancı filmi ballandıra ballandıra yazmak onuruma dokunuyor...
O kadar küçüldü ki Türk sineması... Koskoca bir yıl içinde yedi tane film çekilmiş... Bu filmlerden sadece bir ikisi sinema salonu bulabilecek... Diğerleri seyirci ile kavuşamadan, kimsesizler cenazesi gibi sessiz sedasız kefenlenecekler. Acı değil mi?
Oysa ülkemizde bir filmin ne zorluklarla yapıldığını, yönetmenlerin film çekmek için katlandıklarını bilsek böyle vurdum duymaz olurmuyduk?..
Antalya Film Festivali de olmasa bir avuç yürekli insanın sinemamız için savaşımından da haberdar olamayacağız...
İşte bu yılki festivale topu topu yedi Türk filmi katılıyor... Şimdiden her biri ödülünü aldı bence... Böylesi gafil ve hain bir sanat çevresinde başlara taç edilecek ‘yedi veren gülü’... Ben böyle sayıyorum en azından...
Sinemamızın her bakımından cüceleştirilmesine karşıyım... Bunu yapanlara da çanak tutmayacağım. Yabancı film eleştirilerine yer vermeyeceğim... Kıyıda köşede de kalsalar, öksüz muamelesi de görseler, bir kişi tarafından bile seyredilmeyecek olsalar Türk filmlerini yazacağım... Bu ayın konusunu bu yüzden Zeki Demirkubuz’un filmlerine ayırdım...
Dünya çapında bir yönetmen
Zeki Demirkubuz, ilk filmi ‘C Blok’u 1994 yılında çekmiş... Ne yazık ki ben seyredemedim. Televizyonlarda da oynamadı. Demirkubuz’un filmlerini konu edeceğim bu yazıda ‘C Blok’ hakkındaki görüşlerimi bildiremeyeceğim... İnşallah bir yerde rastlar da merak ettiğim bu eserini de görmüş olurum.
Demirkubuz’un filmlerindeki kahramanların adları hep peygamber adıdır. ‘Masumiyet’te Yusuf, ‘Üçüncü Sayfa’ da İsa, ‘Yazgı’da Musa, ‘İtiraf’da Harun... Bütün insanların doğuştan peygamberler gibi masum ve günahtan uzak olduğunu, çevrenin ve şartların onları kötü yaptığını anlatacaktır. İyilik ve kötülük insan vicdanın iki temel uçurumudur. İyi ve kötü arasındaki sınır, öylesine ince bir çizgidir ki, neredeyse herkesin yaptığı kötülükler için makul bir gerekçesi vardır. Birine göre iyi, başka birine göre kötüdür...
Zeki Demirkubuz’un bütün filmleri insanlığın şekillendirdiği dört temel duygunun konusudur: Aşk, itiraf, utanç ve merhamet... İnsanlık tarihinin en yüce duygusu saydığı merhameti bütün filmlerinde işler. Merhamet duygusunu hapishane yıllarında döne döne okuduğu Dostoyevski’nin eserlerinde bulmuştur.
İkinci filmi ‘Masumiyet’in sert bir teması vardı. Kadın erkek ilişkilerinde şefkati ve şiddeti dolaysız bir şekilde açığa vuruyordu. Bu filmde kendi kendimize bile itiraf edemeyeceğimiz gerçekleri sert bir şekilde seyredenin önüne koydu. Dostoyevski’nin roman kahramanları zamanımızın İstanbul’unda karşımıza çıkıyordu. İnsan ruhu filmlerde gördüğümüzden, romanlarda okuduğumuzdan, gerçek hayatta gözlemleyebileceğimizden daha derin ve daha karanlık bir labirenti... Demirkubuz’un filmleri bir bakıma bu karanlık labirentin yönetmen tarafından anlanma ve anlatılma çabasıdır...
Sonraki filmi ‘Üçüncü Sayfa’, gazetelerin üçüncü sayfalarında her gün okuyabileceğimiz sıradan bir cinayetin çözümüdür... Bu küçük haberlerin içindeki insanları ve bu insanların ruhlarındaki karanlık tarafları bulmaya çalışacaktır. ‘Suç ve ceza’ kavramlarının göreceliği üzerinde durur... Bu kavramlar dünyadaki her insana, şarta, döneme ve kültüre göre değişmektedir.
Dostoyevski’nin romanında olduğu gibi kötülük yapanların, kendilerine göre haklı ve masum gerekçeleri vardır. Raskolnikov yaşlı ve zengin kefeci kadını geleceği için hunharca öldürür. (Bunamış ve bir ayağı mezarda yaşlı kadın zengindir, üstelik tefecilik yaparak insanların kanını emmektedir. Oysa hayat yolunun başında , sonsuz idealleri olan genç ve yoksul Raskolnikov’un hiçbir şeyi yoktur. İdeallerinin önüne çıkan engelleri ortadan kaldırması suç değil, onun iyiliğinedir.) ‘Üçüncü Sayfa’nın İsa’sı da para için ev sahibini öldürecektir. Bütün bunları Meryem’e (yine isme dikkat edelim) karşı duyduğu sonsuz fedakarlık, şefkat ve saf aşk için yapacaktır. Film, başka birine iyilik ve özveri için bireyin nasıl kötülüğe bulaştığını anlatmaktadır. Aslında İsa kendine göre masumdur, başkaları için özveride bulunmakta, iyilik yapmaktadır...
Demirkubuz, 2001 yılında iki film daha yaptı: ‘Yazgı’ ve ‘İtiraf’...
‘Yazgı’, hayatın boşluğu ve anlamsızlığı üstüne bir filmdir. İnsan hayatı ‘absürt’tür. Saçma olan bir şey için didinmeye, uğraşmaya gerek yoktur. Kahramanımız Musa her şeye karşı vurdumduymazdır. Annesinin ölümünü bile önemsemez. Evli olmakla, olmamanın hesabını bile yapmayı gereksiz bulduğundan evlenecektir. Musa çevresindekilere karşı o kadar duyarsız ve vurdumduymazdır ki bu duygu seyirciyi rahatsız eder. Musa’nın hayattan beklediği hiçbir şey yoktur... Bu aykırı tema seyirciyi rahatsız eder. Gerer...
Zeki Demirkubuz’un son filmi ‘İtiraf’ın kahramanı Harun, eşinin kendini aldattığını şüphelenir. Bu saplantı dayanılmaz bir hale geldiğinde karısı ile konuşmaya karar verir. ‘İtiraf’, bireyin kirli ve karanlık ruhunu rahatlatma temasıdır aslında. Yasak bir ilişkinin ortaya çıkması ve kahramanın yıllar önce işlediği bir suçu itiraf etme zorunluluğudur. Temel sorun vicdan meselesidir. Toplum bireyleri kirli bir ahlaksızlık çamuruna bulaşmışlardır. Kurtuluş yolu ‘itiraf’tan geçer... Bireyler zaaflarını, kusurlarını, ahlaksızlıklarını, kötülüklerini, günahlarını sadece itiraf ederek vicdanlarını rahatlatabilirler... ‘Tövbe kapısı’ herkese açıktır...
Zeki Demirkubuz’un çok önemli bir yönetmen olduğunu düşünüyorum...
|