ABD ile AB’nin aralarındaki kavganın 1990’lı yıllarda kızışmasının ana nedeni, Sovyet gurubunun dağılmasıdır. Bu dağılmayla açığa çıkan pazarın (Bilhassa Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk ülkeleri) sadece ABD eline geçmesini istemeyen AB, büyük bir mücadeleye Ortadoğu’dan (bilhassa Filistin ve Irak), Balkanlar ve Orta Avrupa’ya (Bosna faciası, Sırbistan’ın geciktirilmiş cezası, yapıştırma devletler Yugoslavya ve Çekoslovakya’nın parçalanması), Kafkasya’dan Orta Asya’ya kadar her yerde girişmektedir.
Burada dikkat çeken nokta her iki kesiminde elinin Türkiye’ye mahkum olması ve Türkiye’nin ise gözü kapalı bir biçimde ABD’nin yanında veya ardında yer almasıdır. Bu zihniyeti bir koyup üç alma, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne ve Yirmi birinci Asır Türk Asrı olacak diyen ve gerçekte dediklerine inanmayanların süreci ve Türk dünyasının birbirleriyle olan inanç ve güven birliğini bozucu politikacıların yolları izlemiştir.
1980 sonrasında ABD, hakimiyetini resmileştirmek için, küreselleşme edebiyatını yöresel sözcüleri vasıtasıyla, fifti fifti, Pirezidınt Buş, konsensus gibi yuvarlak laflarla, Türkiye’nin en tepesinden estirilen yozlaşmış kültür rüzgarı ve ekonominin direğini çökertmek için tezgaha koydurulan dolar oyunu ve ülkenin tansiyonunu sürekli yüksek tutmak için öne sürülen faiz cephesi ve Türkiye’nin boğazını sıkan İMF ve Dünya Bankası makasları karşısında ne yapabiliyoruz? Ne yaptık? Hangi Atatürkçü, hangi Türk milliyetçisi ve Türk dünyası aşığı bunlar karşısında ne çözüm üretti?
Elli altı yıldır ABD’nin dizleri dibinde kul köle olmaktan öte neler kazandık? Küçük Amerika olduk, değil mi? Neler kaybettik, neler? Açık ve net olarak bir düşünülebilse...Al işte 1991 deki Irak Kırizinden 100 milyar dolar... Al işte PKK oyunundan 150 milyar dolar ve otuz bin ölü, on binlerce sakat, yetim ve mağdur insan... Özal ve pirenslerinin geliştirdiği ve Türkiye’ye miras bıraktıkları dolar kuru ile faiz makasları ve şişirme bankalar ve fonlar bilmem kaç milyar dolarla battılar/batırdılar. Al işte bankacılık ve finans sektörü? Esrara, eroyine alıştırılan insanlar gibi, dolara alıştırılan toplum, yastık altındaki, Merkez Bankasındaki ve diğer bankalardaki Dolar/Yuro’nun elde tutulması, kime ve kimlere neler kazandırmaktadır? Daha neler neler...
Biliyorsunuz biz devletimizi ve onun kurumlarını ve dahi onun bankalarını, babamızın öz malıymışçasına koruruz... Fakat, Emlak Bankası ile benzerlerini ABD’de yetişen pirenslere peşkeş çeken zihniyet, misyon ve vizyon adına bankaların içini bağırsaklarına kadar, sağır sultan duyarcasına boşaltıyorlar ve Civanlar olarak cıvalaşıp kaçıyorlar ve siz kendi kendinize devletimin bankası deyip, bir şeyler sayıklıyorsunuz ve bu sayıklamalar esnasında 24 Ocak 1980 ile 22 Şubat 2001 tarihli ABD patentli kumpasın içinde ezilip büzülüyorsunuz. Ve dahi her geçen gün size dününüzü daha çok aratıyor ve bir türlü de ABD kumpasından çıkamıyorsunuz ya da çıkmak istemeyenlerin kucağında gidiyorsunuz. Çözümünüz nedir?..
AB’NE MUHALEFET
Kökten anti-AB karşıtları ve bunların tespit ve görüşlerini muhalif guruptakiler olarak toplayabiliriz. Bunlar: Maocu Aydınlık gurubu, Bazı sol ya da sosyal demokrat görüşlü üniversite mensupları ve yazarlar, Türk Silahlı Kuvvetlerinden zaman zaman gelen komutan çıkışları ya da çekinceler ve bu gurubun son temsilcisi olarak, Milliyetçiliği kendisine çıkış yolu olarak gören şahıs, dernek, vakıf ve siyasiler...
Bunların hepsinin de kendilerine göre, ABD ve Almanya’ ya göbekten bağlı ajan ve tahrikçilerin söylem ve eylemlerine dönük doğru tespit ve teşhisleri elbette var. Bunları inkar ve gözardı etmek mümkün değildir. Fakat bu tahrikleri yapanların gerçek amaç ve hedeflerinin ne olduğunu görebilmek, ona göre yeni cepheler oluşturup, yeni hedeflere yönelmek lazımdır.
Maocu Aydınlıkçılar anti-AB ve anti-ABD çizgisinde hareket edip çözümü, Çin-Rusya-İran başta olmak üzere, doğu merkezli bir güç birliği ya da cephesinde aramaya çalışıyorlar. Ne kadar gerçekçi olabilir? Düşünmek lazım. Üstelik adı geçen ülkelerin sosyo-ekonomik konumları açısından, hem de geçmeyecek bir duaya amin deme açısından...Kaldı ki Türk dünyasının coğrafi arazisini, öz bünyelerinde perişan eden Çin (Uygur), Rusya (Tatar, Başkurt, Çuvaş, Hakas, Yakut, Kafkasya vs.) ve İran (Güney Azerbaycan, Horsan vs.), yönetimleri bu durumda Türkiye ile hiç müttefik olurlar mı? Yani Türkiye’nin ve Türk dünyasının gelişmesini isterler mi? Bu konuda Türklüğe karşı tarihsel baraj ya da engel olma görevlerinden vazgeçerler mi? Zaten bundan vazgeçmek demek, onların kendi kendinden geçmesi demek değil midir?.
Üniversite mensupları ve yazarların bir kısmının, ya salt AB karşıtı olduklarını, bir kısmının da hem AB, hem de ABD karşıtı olduklarını görmekteyiz. Karşıt olmak kolay. Beyler, Türkiye için çözümünüz nedir? Her zamanki gibi ya laf ebeliği yada geleneksel yuvarlak ifade ve kavramlar mıdır?.. Açık, net, özellikle akılcı ve mantıklı çözümleriniz nedir? Biz anlamış değiliz.
AB adına şu an için yapılan ya da yaptırılan, tahriklerin ve tahriflerin etkisi o kadar keskin ki, gerçekten insanın kendisini tutması ve bu düşünceleri bu anlamda yutması ve hazmetmesi zordur. Bu durumdan rahatsız olan kurumlar içersinde çeşitli tepkilerle TSK’de olmakta ve zaman zaman görüşlerini kamuoyu ile de paylaşmaktadır. Biz burada TSK adına durumu yorumlama ve değerlendirme konumunda değiliz. Bu konuda uzman ve yetkilileri, zamanı gelince konuşurlar, diye düşünüyoruz.
AB VE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ
Aynı zamandan bu cephede, her aşamada Türk milliyetçiliğini esas aldıklarını belirten dernek, vakıf ve siyasiler var. Bunlarda AB karşıtları içersindedirler. AB karşıtları içindekilerin görüşleri, sosyo-ekonomik çözüm ve önerileri, net ve açık mı? Belirlenmiş mi? Hım!.. Türk Birliği, Turan davası...İnandığımız düşünce diyorsanız. O halde size diyorum, bu düşünceleriniz ne zaman ve nasıl oluşabilir? Onlar açık mahalde söylenemez mi? Engelleyen kim? Varsayalım tüm dünya...Bunların günümüzdeki başı kim? Anglo-Sakson-Yahudi sermaye ittifakına esas olan ABD...
Peki bu ülke bizim dostumuz değil mi? O hapşırdığında Türkiye zatüre olmuyor mu? Yok efendim “Türkün Türk’ten başka dostu yok” diyorsanız eğer, ona da katılırım. O zaman AB’mi sadece Türkün düşmanı? Yok eğer hepsi derseniz tercihleriniz arasında geçmişi ve geleceği de esas alarak bir sıralama yapıp görev ve hedeflerinizi yeniden belirlemek zorundasınız. Yoksa Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının dümen suyunda akıp gidersiniz. Bugünkü gidişat bu yönde.
Alın size kısa vadede acı bir örnek. Kaynağı nüfusuna oranla bol olan, fakat halkı sürünen bir Türk ülkesi Azerbaycan...Evet size göre Azerbaycan’ın vahidleşmesi sağlanacak mı? Onları da bırakın o ülkenin topraklarının yüzde yirmisi on yıldır Ermeni işgali altında olduğu ve bir milyon kaçgının, KGB yetiştirmesi, yaşlı bir adamın kaprisleri uğruna cenap cenap diye süründüğünü görmez misiniz? Ne yapılabilir? Çok şey...Ama bu sorunu, Rusya’dan, İran’dan ve AB’nden, önce Anglo-Sakson-Yahudi sermaye ittifakına ve doğaldır ki ABD’ne sormalıyız. Çünkü Azerbaycan’daki petrol bölgelerine büyük şirketlerini sokan, İngiliz BP ile ele ele verdirip evlendirten, Sokar adlı bir kuruluşla bölgeyi talan etmeye çalışan ABD’ne sormalısınız. Sorabilir misiniz? Sırtlarımızda ABD’nin yumurta küfesi taşınırken sorabilir mi? (Bu gün, Azerbaycan’ın işgal altındaki toprağı ABD’nin gölgesinde gitmekle kurtuluyor mu? Ya da kurtulacak mı? Buna inanıyor musunuz? 1992 den beri sayıklanan Bakü-Ceyhan hattı neden hayata geçirilmiyor? O zaman doğan çocuk on yaşını bitirecek...Yoksa Amerikalı şirketler Ceyhan’daki olası vananın başına Türkler geçecek diye mi korkuyor? Eylül 2002 de Bakü’de yine görüşmeler, temel atmalar vs. yaşandı. On yıldır yaşatılan hikaye Türkiye’de kaç Başbakan eskitti bir düşünün. Oradaki Cenap ise bildiği yoldan gidiyor) Amerikalılar (Tomas vb.) 1989 dan beri Bakü’de Türklerin ayağına ne taşlar bağladı biliyor musunuz? Oysa Azerbaycan yurttaşının aylık maaşı nedir? Otuz dolar ... Yani yaklaşık kırk beş,elli milyon lira... O kadar enerji kaynakların olsun, bunun milletine yansıması olmasın, üç beş kişinin cebine insin, bu mu ‘Küreselleşme’? Bu mu ‘Yeni Dünya Düzeni’? Böyle düzen olmaz olsun...Türkiye ise, kardeş Türk ülkeleri, sömürgecilerin misinasına tespih tanesi gibi dizilirken, iki-üç günde bir petrol ürünlerine yapılan zamlarla uyutulmaktadır.
Orta Asya’da yeni kurulan Türk devletleri, ne diye Türkistan birliği kuramıyorlar? Yüksek sesle kurmak istediklerini söyleyemiyorlar ya da istemiyorlar? Bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Efendim şartlar, şurtlar...Güç dengeleri...Neyin güç dengesi kardeşim?!. Tüm bunların karşıtı sadece AB midir? AB dünyada ki, ana kuvvet olabilmiş midir? Öyleyse kimdir?
Dostumuz(!) müttefikimiz, ekmeğimizin ve yemeğimizin yarısana ortak olan ve bize sözde borç verme veya verdirtme ve arada bir ülkeyi sözde düzelten (1971 de Karaosmanoğlu, 1980 de Özal; 2001 de Derviş) insanları gönderme edebiyatı altındaki ABD hakkında, kanaat ve düşünceleriniz, en az ve ondan da öte AB kadar açık ve net olmalıdır. Son elli altı yıllık yaşantımızda cebimizin ortağı olan bu ülkenin bize, o yeni Türk ülkelerini yakınlaştırma yerine bazı cemaatleri finansman ve elaman açısından örgütletip okul vb faaliyetler altında Türk Dünyasındaki cıvıl cıvıl olan çocukların Anglo-Sakson kültürüne ipotek ettirmeleri, kimin hayrına olabilir?
Süreç içersinde, Atatürk düşmanlığını salya-sümük kasetlere kaydettirtip, taraftarlarına dağıttıran bu yeni Mustafa Sabrilerin, dün sıkıntıya düşüp kaçtıkları ülke İngiliz sömürgesi olan Mısır ya da ana gövde İngiltere iken; günümüzde ağabeylerinin mirasçılığında hareket edenlerin, ABD’ne kaçmaları bir tesadüf müdür?
Üstelik sözde Ladin ve Talibanın tüm dünya kamuoyuna, filmlerdeki kötü adam gibi duyurulması esnasında...Onlar kendi guruplarında mozaik edebiyatı yaparlarken, Türk kelimesine düşman olan Ermenileri yazar diye finanse ederken, sizde benim gibi onları izleyen bir Türk olarak hiç rahatsızlık duymuyor musunuz?
Milliyetçilik uğrunda Altaylardan, Ötükenden, Ergenokondan bahsederken, Saidi Kürdi ya da Fethullah Gülen hakkındaki kanaat ve düşüncelerinizi açıklamanız için Mahçupyanın daha nerelerde finanse edilmesi gerekir? Demek ki sizlerin halen düşüncenizi netleştirmek, dobra dobra açıktan açığa mücadeleye katılmanız için henüz şartlar oluşmamış görülüyor...
Geçelim, sonuç itibariyle AB’ne karşısınız, gerekçeniz AB’nin talep ve istekleri ve yapabilecekleri...Peki bu duyarlılığı niye ABD’ye karşı daha yoğun ve sert biçimde göstermiyorsunuz? Aynı gerekçeleri ABD Türkiye üzerinde açık ya da kapalı talep etmektedir. Aradaki fark, bize savaş aşamasında şu an için mahkum olmalarından dolayı Ermeni, Kıbrıs, Kürt vb. sorunları açıktan dikte edemiyorlar. İşleri bittiğinde bunu belki de daha sert yapacaklar...Üstelik AB yolun başında, ABD ise yolun tam içinde ve kaderinizi belirlemiş ve de halen belirlemekle meşgul...Ayağınızın altına taşları örüyor, Afganistan’dan Irak’a, Azerbaycan’dan Orta Asya’ya...
ALMANYA ALMANYA DUY SESİMİZİ...
Evet Sovyetler dağıldı. Almanya’nın dolayısıyla AB’nin itibarı arttı. Daha önceki yazılarda neden Almanya’nın AB içinde yer aldığını Latinlerle niye ittifak yaptığını belirtmiştik. Bugünde Türkiye’ye ve Türklere karşı Kürtleri ön noktaya getirdiğini, Kılodya Roth gibi insanları öne sürdüğünü, PKK’ya yumuşak davrandığını, Dev-sol (DHKP-C), TKP M-L (TİKKO) gibi illegal örgütlerin sırtını okşadığını, Cemalettin ve mahdumu Metin Kaplan gibi din bezirganlarına sözde Hilafet Devleti maskesi altında, Köln şehrinde tiyatrolar düzenlettiğini ve ABD ile olan Taliban çelişkisinden dolayı, şimdilerde bu konuda, sözde tavır takınmış gibi görünmeye çalıştığını da biliyoruz.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, bu bizim zaviyemizden görünen noktadır. Almanya geleceği ve dış politikası ile ilgili olarak kendi açısından haklı olamaz mı?. Arkadaşlar! cebi para dolan bir adam; mal sahibi, güç sahibi olmak isteyebilir. Bu durum devletler içinde geçerlidir. Böyle bir devlet ise, bu emelinin önünde duran ya da duranlara destek olanlara karşı, elbette darbe vurmak isteyecektir. Bu dünya hakimiyet modelinde, hakim güç olabilmenin önemli noktalarından birisidir. İşte ekonomik anlamda güçlü Almanya, AB maskesinin altında, yeni açılan Sovyet pazarlarında ABD’ne koltuk çıkan Türkiye’yi her sahada cezalandırmaya çalışmaktadır.
Ya ötekisi, her şeyimizi verdiğimiz:Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı, elli altı yıldır yakamızda... İMF ve Dünya Bankası ile yakamızı bir gevşetip bir sıkıyor. Kültürümüzü, dilimizi esir ediyor. Milli Eğitimimizi Anglo-Sakson dilinin hizmetinde sürdürtüyor. Bu sadece bizde değil malum hocaefendiler eliyle Tataristan’dan, Kazakistan’a; Afganistan’dan Azerbaycan’a zavallı Türk elleri...Bir zamanlar sadece elleri bağlıydı. Şimdilerde dilleri ve eğitimleri de bağlanıyor. Neyle Anglo-Sakso-Yahudi Sermayesinin finansman ipiyle...
Biz elli altı yıldır Anglo-Sakson katarındaydık, fakat Özal ve sonrasında bu katarın tekerleklerinin arasına düşüp ezile ezile ve rezil bir şekilde gidiyoruz. Dilimiz, paramız, kültürümüz ve ekonomimiz berbat edilmiş, sosyal dengelerimiz alt-üst olmuş şekilde gidiyoruz, gündüz ve gece... Irak sorununda Amerikalıların tabiriyle 30 milyar dolar, bizim hesaplarımızla yaklaşık 100 milyar dolarlık üçün biri edebiyatının kazığını yedik ve bu kazığı bize yedirtenler oluşturdukları iki buçuk nüfuslu ve üç ayaklı medya (Basın-Tv-Banka) ile halkımıza sürekli bir başarıymış gibi sundular ve sundurttular. Yine aynı güçler PKK terörünü bir avuç eşkıya ya da çapulcu edebiyatıyla kamuoyuna sunup 1984-1999 arası yaklaşık 150 milyar dolarlık kayıp ve 30 bin insanın da ölmesine/öldürülmesine zemin hazırladılar. Daha bir sürü ileri sürebileceğimiz konular var, fakat kısa ve öz olarak diyoruz ki, Almanya Almanya duy sesimizi,bu gelen Türklerin ayak sesidir.
Türkiye’de ABD’nin dümen suyunda gidenler bir gün tarihsel zeminde elbette mahkum olacaktır. Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı yolundan Türkiye ve Türk dünyası için çıkış yoktur. Bu açık ve net bir durumdur; böyle biline... İspatı tarihsel süreçtir. Çıkışın iniş bileti olan, yeni Sevr: Gürcistan, Ermenistan ve nihayet aşağıda Kürdistan perdesi olarak Türk dünyasını bölmek için hazırlanmakta ve belki de Anglo-Saksonların Irak operasyonu biter bitmez elimize tutuşturulacaktır. Ne olarak:Kürdara Azadi olarak...Madem titreyeceksen işte tam zamanı titre...
Ey AB ve Almanya! Sizde kendi cephenizden Türkiye’nin birliğine ve dirliğine en az sözde dost ve müttefik (!) ABD kadar saldırıyorsunuz. Sizin bu saldırınız. Nedense daha acıtıcı şekilde medya tarafından aktarılıyor. Oysa siz ABD yandaşı olan ve ABD’ni bölgede taşıyan bir gücü yok etmeye kendi açınızdan düşünerek hareket ediyorsunuz. Belki ABD’ de kendi açısından kültürel ve ekonomik anlamda esir ettiği bir Türkiye’nin yeniden canlanması muhtemel olan bir Türk dünyasının önüne geçebilmek için sivrisinek gibi ısırıp uyuşturarak bunu yapıyor.
Belki bunların hepsi size göre de olasılık hesapları içersinde yer almaktadır. Fakat en büyük imkan Türkiye Cumhuriyeti ve yeni Türk ülkeleri için iyot gibi açığa çıkmıştır. Bu durum Dünyadaki emperyalist güçlerin başındaki Anglo-Sakson-Yahudi sermaye ittifak güçlerinin boyunduruğundan kurtulma durumudur. Biz bunu görmeliyiz. Sahte AB ve ABD yanlılarının tuzaklarına düşmeden hareket edip AB’nin gerçek gücü olan Almanya ile dirsek temasını güçlendirmeliyiz. Almanya’nın çıkışı Hitler gibi hayalci olmamalı fakat bizim de tam teslimiyetçilikten kurtulmamız lazımdır.
Milliyetçi demek, Anglo-Sakson-Yahudi sermaye ittifakını görmezden, İMF ve Dünya Bankası gerçeğini bilmezden gelip yerinde say, demek değildir. Milliyetçilik güzel isimli vakıflar kurup, gün be gün anma günleriyle, al gülüm-ver gülümle gün geçirmek hiç değildir. Milliyetçilik her toplantıda malum sözleri, ezbere bilinen ve gına gelinmiş olan malum kişilere dayanarak yürümekte değildir.
Siz milliyetçilik adına, Türkiye ve Türk dünyası, adına kalıcı hedefler belirleyebiliyor musunuz? O dünyanın insanlarının gelirlerini aylık 30 ya da 50 dolarlık bir boyutun pençesinden alabiliyor musunuz? Siz Atatürk’ün 29 Ekim 1933 gecesi Ziraat Bankası Balosunda söylediklerini biliyor musunuz? Sadece itiraz etmek için itiraz etmeyin. Şu süreçte haklı olduğunuz yönler elbette vardır. Çünkü diyorsunuz ki bu nasıl bir AB, bize Kıbrıs’ı, Kürtlüğü, idamı dayatıyor. Ortak olacak kişi ortağını boğmak, yok etmek veya parçalamak ya da parçalatmak ister mi? Burada yerden göğe kadar haklısınız ve bu konuda doğru yoldasınız diyoruz.
Zaten AB’nin bu söylemleri, bu çizgide ısrar eden bir Türkiye’yi almayacağının işareti, bunu bize yutturan politikacı, gazeteci ve ne olduğu belirsiz olanları, gerçekte AB karşıtı olarak görün ve düşünün. AB’nin bize dayattıkları almamak içindir. Asıl sorun, Türkiye ABD’nin kıçından ayrılmadığı sürece de kesinlikle de almayacaktır. İsterseniz tüm milletçe sabah-akşam düz takla ya da güvercin takla atalım yine almayacak...İşte bize dayatılanlar alınmamamız için olan gerekçelerdir. Bunları hazmetsek dahi yarın yenileri çıkartılacaktır.
Bu gün kimse Yunanlılara harflerinizi bırakın demiyor. Bugün kimse İspanyollara boğalar üstünde kurmuş olduğunuz adice baskıdan vazgeçin demiyor. Bugün kimse İngilizlere direksiyonlarınız niye solda duruyor demiyor. Bugün kimse Avrupa’daki Kıraliyetler ortadan kalksın demiyor. Sahi neden demiyor? Bunların hiçbiri Türkiye’de bulunmuyor diye mi?!.
Bizim elimizde AB’ne göstereceğimiz iki önemli koz vardır: Bunlardan birincisi ABD’nin bölgemiz ve üzerimizdeki askeri, politik ve kültürel baskılarına en sert biçimde direneceğimizi göstermek ve bu uğurda Almanya ve AB’ne göz kırpmak; İkinci yapacağımız faaliyet ise, Türkiye ve Türk Dünyası basamağında ABD’ne köprü başı olmamak ve onun desteklediği kurum ve şahısları devreden çıkarmak ve dahi Türk Dünyasında İngilizce eğitim yapan okul ve kuruluşları teşhir edip sırtımızdan atmaktır. Bu durum bizi AB’ne yaklaştırır. Yoksa kimse kimsenin yüzü suyu hürmetine ya da Kürt dili hikayesi uğruna ortak olmaz. Diyarbakır’ı baz alanların dikkatine... Bilsinler ki hiçbir kapitalist boşa kürek sallamaz. Sallayanlar uluslararası pazarlarda nalları diker.
Türkiye’nin coğrafi konumu ve tarihsel geçmişi ve Türklerin soy birlikteliği Türkiye’nin eline çok güçlü kozlar vermektedir. Bugün Türkiye üzerindeki baskının ana sebebi de bu durumdan kaynaklanmaktadır. Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya pazarında doğrudan Anglo-Sakson-Yahudi Sermaye ittifakının taşeronu olmaktan çıkmalı bu pazarı kardeş ülkelerin yönetimlerini yönlendirip AB’ne doğru çekmelidir. Burada şu nokta yanlış anlaşılmamalıdır. ABD peşkeşçiliğinden AB peşkeşçiliğine geçiş...Kesinlikle hayır. Şimdilerde ABD peşkeşçiliği, adı geçen bölgelerde elbette yaşanmakta Türkiye adına da her zaman olduğu gibi Türk dünyasını sevmeyen mozaikçi üç beş aile şirketi parsayı toplamakta ve bu durumu canlı tutmaktadır. Dolayısıyla bu yapı ne Orta Asya’da ne de Kafkasya’da kaynakların başında bulunan Türk insanına ne de Türkiye’deki yurttaşlarımıza hiçbir şey kazandırmamaktadır.
Biz diyoruz ki, Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı Türkiye’de etksiz kılınsın ve bölgeden kovulsun, bu durumu şu andaki sosyo-ekonomik şartlardan dolayı biz kendi başımıza yapamayacağımıza göre yelkenlerimize AB rüzgarını doldurup hareket etmeliyiz. Bu durumda Türk dünyasındaki kardeşlerimizin gelirlerinin 40-50 dolardan kurtaracağı gibi ülkemizdeki petrol ve doğal gaz sorununu da alt düzeye indirecek, Yeni Türk ülkelerinde, ağabey Türkiye’nin itibarını arttıracak ve AB’nin Türkiye üzerindeki baskısını kaldırtacak,fakat yoğunlaşmış ve açık bir şekilde Anglo-Sakson-Yaahudi ittifakının korkunç baskısı gelecektir. Bu anlamda ilk deneyim Kıbrıs Harekatı sonrasındaki 1974-1980 sürecinde yaşanmıştır. Kısaca biz kardeşlerimizin mallarını peşkeş çekmiyoruz. Şu süreçte çekenleri durdurup yeni bir süreçte onların ve bizim lehimize oluşacak olan bir geleceğe doğru adım attırmalıyız diyoruz. Yoksa onlarda bugünlerdeki 30-40 doları değil, Sovyetlerdeki günlerini dahi arayabilirler. Yeter ki malum ittifakın ellerine açık ve net şekilde düşmesinler. Baksınlar: Meksika’nın haline, Venezüella’nın haline ve dahi Cezayir’in haline akıbetleri onlardan da beter olur. Dünya senaryosunu yazanlar bu işi çok iyi bilirler. Bu ülkelerin hepsi petrol üreticisi değiller miydi? Niye bunalımlara düşüyorlar ve şu yaşadığımız dönemde sorunlarla yoğun olarak neden uğraşıyorlar. Hiç düşündünüz mü? Acaba sömürgeciler o ülkeler için özel gündemler mi belirlediler de onlar o bataktan bir türlü çıkamıyorlar? Ne dersiniz?
.
AB’NE GİRMEK, ANGLO-SAKSON-YAHUDİ İTTİFAKINDAN KURTULUŞ İÇİN BİR ADIMDIR
Evet 1945 sonrası komünizm korkusuyla Anglo-Sakson-Yahudi Sermaye ittifakına ipotek edilmiş olan geçmişimiz ve o yakın geçmişimizin ekonomik ve politik güzergahında rol alarak sıtratejik açıdan teslimiyeti, taktik olarak da toplumu uyutma ve uyuşturma yöntemini seçenlere karşı, yeni bir mücadeleye girmenin tarihsel boyutta tam sırasıdır.
Bu boyutu göremeyenler ve boyutu Almanya’ya gösteremeyenler, Türkiye’nin ilerdeki süreçlerde yeni Sevr’lere ekonomik ve politik anlamda gebe kalmasına yol açacaklardır. Bu düzlemin bir diğer boyutu da yeni Türk ülkelerinin de Anglo-Sakson-Yahudi Sermaye ittifakının ağlarına ya da pençelerine düşürülmesinin de vebalini üzerlerinde taşıyacaklardır. Zaten bir kısım Türk ülkelerinin, bu çeşit bir olumsuz yola getirilmesinde hayli de mesafe almışlardır.
AB olursa sanki ne değişecek diyenleri duyar gibi oluyorum? Dümenin başında olanlarla, aynı şartlarda olursanız çok şey değişir. Şimdiki gibi, yakayı Anglo-Sakson-Yahudi sermaye ittifakına verilmiş olduğu gibi olursa, elbette hiçbir şey olumluluk adına değişmiyor ve de değişmeyecek. Ancak üstümüzden bu yükü atana kadar... Şu an tam sırası...Tüm dünyada Anglo-Saksonlar itibarını kaybetmiş...Afrika’dan Asya’ya, Güney Amerka’dan Irak ve Filistin’e kadar...
Şu durum iyice bilinmelidir. 1953 de İran Başbakanı Musaddık, CİA’nın terörist darbesiyle düşürülüp öldürülmüştür. Bu olay, ilgili kişiler tarafından çok iyi hatırlanır. Bu organizasyonun hazırlayıcıları arasında, ABD’ne yirminci yüzyılın başlarında liderlik yapan Tehodor Ruzvelt’in torunun olduğunu ve bu torunun yine II. Dünya Savaşı öncesi ve esnasında başkan olan Fıranklin D. Ruzvelt’inde akrabası bulunduğu malumdur. İran’daki darbeyi hazırlayanlar arasında General Şıvarzkof’unda bulunduğu ve bu şahsın oğlu Norman’ın da 1991’de, yine bu bölgede, bu sefer Irak’a yani Saddam Hüseyin’e karşı, Çöl Ayısı lakabıyla Amerikan ordusunun başında bulunduğu da hatırlanmalıdır. Sömürgecilikte işler aile ilişkilerine kadar indirgenmiştir. Niçin? Kendi rahatlıklarının bedeli uğruna sadece çiğ tavuk yememişler, görüldüğü üzere insan da öldürmüşlerdir...
Sömürgecilerin ana silahı, uyuşturup, kandırıp sömürmektir. ABD de, AB de sömürgecidir. Benim AB’ni ve bilhassa Almanya’yı tercih etmem, kötünün iyisi hikayesindendir. Birincisi denenmiş ve elli altı yıllık garantisi ile yaşantımızda tescil edilmiş ve garantisi kalmamıştır. Güney Amerika’dan Orta doğuya, yaptığı olumsuz faaliyetlerle yıllarca önce rüştünü ispat etmiştir. Bu kümedeki Yahudi ağırlığı sebebiyle, Türklerin Müslüman konumları, hep sürünceme ve itelenme bölgesinde kalmalarına yol açmıştır ve süreklide açacaktır.
Oynayacağımız at bellidir. Zemin, parkur, güzergah, seyis ve jokeyler, ne derseniz deyin her şey açık ve nettir. Bahisçiler, karanlık adamlar, tuzakçılar hep vardır. Kendimizi bu duruma göre ayarlayıp AB ya da Almanya açısından birliktelik boyutunda çıkarlarımızı esas alacak şekilde, hareket etmenin zamanıdır. Sırtımızdan düşürülen ve Türk Dünyası’ndaki yolu kapatılan ABD yerine AB veya Almanya ile ortaklık sürecine girebiliriz. Yoksa doğru dürüst bir değer üretemeyen bir ülkeyi, kendilerinin pazarı olmaktan çıkarıp, ortak yapmanın aklı ve mantığı var mıdır? Ortaklık bölüşülecek değerler esasına göre olur.
Biz ABD ile hiçbir şeyi bölüşemediğimiz gibi (çünkü elimizi vermişiz kolumuzu alamıyoruz) geleceğimizi dahi ona ipotek ettiriyoruz. Şimdi silkelenmenin, yeni ufuklara açılmanın tam ama tam sırası. Bu durumu görmeyenler ve ABD teslimiyetinde ısrar edenler ve hiçbir kalıcı ve akılcı çözüm üretemeyenler vebal altındadırlar.
Biz, din bezirganın, komünist ütopyacısının, liberal palavracısının, bölücü eşkıyasının ya da pili bitmiş politikacısının gözüyle AB demiyoruz. Türkiye ve Türk Dünyası zemininde AB ve Almanya’nın bazı değerlere, kendi ortak menfaatlerini ve menfaatlerimizi esas alacak şekilde hareket etmesi gereklidir, diyoruz.
Biz AB’in kapitalist olduğunu ve dolayısıyla sömürgeci olduğunu ve şimdide sömürge şampiyonu olmak için bayrağı açtığını da biliyoruz. Sömürgeci AB’nin başta Müslüman ülkeler olmak üzere, dünyadaki ülkeleri sömürmesiyle varlığına varlık katacağını da görüyoruz. Bizim bu bildiğimizi din bezirganları da, halk sever(!) komünistlerde biliyor. Peki AB’ne niye girelim diyorlar? Orasını şimdilik onlar düşünsün. Ya da biz niye diyoruz: Arkadaşlar, biraz kaba ifadelerde bulunacağım. Tabiri caizse rüzgara karşı işenmez, dalgaya karşı yüzülmez. Bunları yapanlar ancak enayi ve kerizlerdir. Artık enayi ve keriz olmamak için ve imkanlarımızın tek başına yön vermeye gücümüz yetmediği ve Anglo-Sakson Yahudi sermaye boyunduruğundan kurtulmak uğruna bu gün için tek çare AB diyoruz... Sömürgeci olmadan dünyada sözünüz geçmiyor. Biz Türkler son üç yüz yıldır sömürülen taraftayız. Boş laflarla, size insanlık, şu, ya da bu demiyoruz. Sömürü dünyanın başlangıcından itibaren var olan gerçeğidir. Bu gerçeği kimse değiştirememiştir. Sadece bireysel, dinsel ya da milli açılardan değerlendirip kendi boyutlarında azaltmaya çalışanlar olmuştur. Bu durum sonuç itibariyle milletlerin diğer milletleri veya sınıfların diğer sınıfları ya da medeniyetlerin diğer medeniyetleri yönetmesi, sömürmesi şeklinde gelişmiştir. İşte bu bağlamda günümüzün objektif ve sübjektif şartlarını tahlil edip, sömürgecilerin bastonu ya da süpürgesi olma yerine, ortağı olma sürecini geliştirmeliyiz. Elbette bu sözlerden karnı tok, sırtı pek olan mozaik döşemecileri ya da gökyüzüne hayal nakışı işleyenler rahatsız olacaklardır. O onların sorunu. Oysa günümüzün gerçeği öyle açık ki, kısaca ya devlet başa, ya kuzgun leşe...Sömürgeci AB ile bütünleşir ve sömürgen olursak Milli-devlet olma özelliğimiz kalır mı? Sözlerini ifade edenlerde var elbet.
Sen boğazına kadar umutsuzluğa gömülmüş insanına bakmayıp, sürünmesine aldırış etmeyip ya sadece laf salatası veya kuru kalabalık anlamında milli-devlet mi diyeceksin?Geç kardeş geç... Paran pul olmuş rakamla 20.000.000 Türk Lirası, 20 Amerikan dolarına denk düşemeyip açık vermeye devam ediyorsa, insanların iş bulamıyorsa, sürünüyorsa, zenginlerin, sırça köşkten milli devlete ana avrat küfür ediyorsa ve ettikleri küfürler arttıkça itibarları ve o oranda gelirleri artıyorsa, milletin dilinin yerine eğitimde, reklamlarda, televizyon kanalları ile dergi ve gazete isimlerinde İngilizce kelimeler özellikle yer alıyorsa hangi millilik-hangi devlet ve nerede onlar? Sözde gazeteci ve yazarların köşe başlarındaki taşları mozaik işler gibi işleyip, yeni yetiştirme Sabataylarla meydanda ip atlayan kızlar ya da top oynayan gençler gibi bağırıp çağrışıyorlarsa nerede kaldı millilik, nerede kaldı devlet? Bundan daha ötesi ne var?
Kendi ayakları üstünde duramayanlar, başkaları için yol gösterici ya da kurtarıcı olamazlar...Oluruz diyorlarsa da palavradır, gerçekçi değildir. Üstelik şu ana kadar neden söz ya da düşüncelerinin uygulamasının arkasında olamamışlardır.
Görüldüğü gibi bizde Almanya dedik. Fakat Alman vakıflarından ya da başka kuruluşlarından para veya her hangi bir şey almıyoruz. Tezimiz gayet açık ve net. ABD yörüngesinden çıkmak için AB diyoruz. Elbette bu yaklaşım metoduna karşı olan ve Türkiye’deki köşe taşlarını, işvereninden gazetecisine kadar tutan, bir sürü insanın olduğunu da biliyoruz.
Ayrık otlarının devşirme anlayışıyla beş yüz yıldır taban ve yüz bulduğu bu ülkede hareket etmek zor bir şeydir. Türkiye’nin şu anki ABD yanlılığını esas alıp, Türkiye’nin parçalanması için hareket edenlerin desteklenmesi yerine, ABD’nin bölgedeki etkisinin kırılması için Alman vakıflarının finansman kaynağı yaratması aynı zamanda kendi hayırlarına olur. Bizden düşünceler şimdilik bu kadar, belirleyici güç merkezlerine iletilmek üzere...Değerlendirmek kendilerinin...
|