hayat bir ömürlük sema gibi......
Anadolu’nun orta yerinden semaya doğru döne döne yükselen bir yakarış; Konya’da dua etmek, secdeye varmak, yalvarmak.....
Burada yaşananları anlatmak, o kadar zorluyor ki kalemi ... Yaşanan sadece iki kişilik... bütün evrende tek başınaymışçasına hissettirip, karşısına alıyor ve sizi inancınızın kollarına bırakıyor. Sadece mistik demek o anı yaşayanlar için belki sadece bir hafife alma olabilir. 1000 yıldır kendini ruhunu, inancını kaybetmişleri çağırıp yaralarını sarıyor. Affediciliğinin büyüklüğü ile bir o kadarda alçakgönüllü kapısı asla kapanmayan bir gönül evi.
Tarihin en eski yerleşim yerlerinden biri aslında Konya binlerce yıl nice devlete, imparatorluğa, kaçana yeni bir coğrafyada yeni bir hayata başlayanlara kucak açmış. ne olursa olsun kendinden yada başkalarından kaçanlara ev sahipliği yapmış yuva olmuş gelecek vermiş cömert bir kent...
Umut dolu bu şehrin tarihi MÖ 7. Bin yıldan beri şekilleniyor. Sadece Çumra Çatalhöyük’ten bahsetmek bile insanın ilk yerleşik hayata geçtiği, ateşi ilk kez kullandığı, yemek kültürünün başladığı ve ortak hayatın ilk işaretlerinin alındığı yerin Konya olduğu anlamına geliyor. Bu dönemin izleri Çumra -Çatalhöyük ve İvriz kabartmaları ile hala günümüze ışık tutmakta.
10. Yy’a kadar bir Bizans eyaleti olan Konya; varolmuş en önemli medeniyetlerin elinde yoğrulmuş ve olgunlaşmış. bunlar sırasıyla Hititler, Lidyalılar, Persler, Büyük İskender, Selevkoslar, Bergama Krallığı, Roma İmparatorluğu, Sasaniler, Emeviler ...
Bizans imparatorluğu için önemli bir kent olmasına rağmen Konya, Türk kimliğini tamamıyla içine sindirmiş Türk sanatı ve mimarisi ile kendini bulmuş bir şehirdir. 1071 Malazgirt zaferi ile fethedilen Konya Türk İslam egemenliğinde kendine bugüne kadar uzanan yeni bir sayfa açtı. Anadolu Selçuklularına başkentlik yapmasıyla birlikte ağır ve büyük bir kent oldu.
Alaadin Keykubat yönetiminde kültür ticaret ve sanat anlamında altın dönemini yaşadı. Alaaddiin Keykubat şehir için her zaman çok önemli bir isimdir. Bu nedenle şehrin her yerinde onun adının verildiği bir yapı görmek mümkündür.
Biraz daha gerilere dönersek Bizans çağında Konya’ya Iconıum olarak ismini veren Hıristiyan çağdan günümüze kalan çok fazla bir şey yok. ismi kutsal resim anlamına gelen ikona kelimesinden geliyor.
Coğrafyanın öyle bir yerinede yer almış ki; başta ipek yolu olmak üzere bilinen dünyanın en doğusundan en batısın kadar giden bütün ticaret yollarına yüzlerce yıl hizmet etmiş ve bunun karşılığında da en zengin ve değerli ili olmuş Anadolu’nun... işte bu nedenle bu kadar uygarlığın devletin ve dinin izlerini taşıyor. bu kadar zenginlik şan ve şöhretin başına açtığı işler de yok değil uzak yakın tüm komşularının sahip olmak istediği bir rüyaymış ta aynı zamanda mutluluk ve zenginlik kadar acı ve savaşta görmüş. Kent, tıpkı bütün Anadolu da olduğu gibi, bunca savaş ve yıkım arasında, inancını ve umudunu kaybeden Konya’ya ışık doğudan gelip yerleşmiş. Ahi Evran ekolünden yetişen ve orta Asya’dan Anadolu yoluyla tüm dünyaya açılan pirler Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayram Veli, Mevlana Celaleddin-i Rumi ve niceleri biraz huzura ve umuda hasret Anadolu’nun dermanı gücü ve direnci olmuşlar. sadece 800 yıl önce değil bu günde yarında var olacaklar
Gel ne olursan ol, gel
İster tanrı tanımaz, ister ateşe tapar,
İster bin kez tövbeni bozmuş ol
Bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değil,
Gel ne olursan ol, gel (Mevlana)
800 yıl önce kuyumcular çarşısında çekiç sesinin ritmiyle, dönen evrenden, vücuttaki kandan, hayatın bitmeyen kavuşumlarından, hayattan, doğumdan, ölümden, Allah’a vuslattan, feyiz alan sonsuz sema başlamış. Ve kendinden Allah’a doğru bu çağrı en büyük yüce gönüllülüğün; ilahi affın müjdecisi olmuş.
önce öz sevgi vardı, sınırsız aşk vardı, dost, ilahi bir müjde saklardı dağların
ardı, dost. aşkın dalgasındadır dönüşü gezegenlerin, aşk olmasaydı eğer
şu dünya donardı dost. (Mevlana)
Mevlana’nın türbesi için bugün tam Konya’nın orta noktası, merkezi diyebiliriz. Turistik değeri ve mali getirisinin dışında insanoğlunun acılarına kaygılarına ve çelişkilerine cevap olan açık bir kitap gibi ruhunuzu yansıtıyor adeta. Kapıdaki yüzlerce turisti geçip içeri girdikten sonra sözün bittiği anlatılamaz tek kişilik bir kabul ediliş yaşatıyor, içerde gözlerinizi kapatın. ruhunuzun inancınız ile buluşmasına izin verin. Hiçbir şey düşünmeden uzun uzun beyninizdeki kalbinizdeki her şeyi arkanızda bırakıp sessizce var edenle var edilenin özlemine şahit olun.
ulu tanrı, ana karnındaki çocuğu rahim doğusunda doğurur,
mezar batısında batırır. büyük Allah, insanı her solukta
yeniden yaratıyor; onun için yeni yeni şeyler gönderiyor.
; öylesine ki ilki ikinciye benzemiyor. ikinci üçüncüye benzemiyor.
fakat insan kendini tanımıyor. (Mevlana)
ışıklar sönüyor ve loş meydanda içine işlercesine inleyen bir ney sesi dalga dalga havaya doluyor. yüzlerinde sonsuz bir kabulleniş okunan semazenler ağır ağır evreni selamlarcasına dönmeye başlıyorlar. ölümün yaşama vardığı o ince çizgiyi anlatırcasına beyaz kefeni temsil eden elbiseleri açılıyor ve ritme kendilerini teslim ediyorlar. bir elleri göğe bir elleri yere doğru açılmış ilahi olandan verileni var edildikleri yeryüzüne bir emanetmişçesine bırakacaklarına söz veriyorlar ve Allah’a, sonsuza, yaradana biraz daha yaklaşabilmenin gururu ile dönüyorlar...
Konya’da her adımınızda Selçuklu, Osmanlı tarihine doğru geri dönüşü sağlayacak bir esere rastlamanız olası. en önemlileri, birer 13. Yy Selçuklu eseri olan Karatay medresesi, Selçuklu taş işçiliği şaheserlerinden sayılan İnce Minareli medrese, İplikçi camii, Alaaddin camii, çinileri ile tanınan Sırçalı medrese. Osmanlı döneminden ise; Selimiye camii, Aziziye camii, Kapu camiidir. ayrıca bugünkü Mevlana Dergahı’nın önemli bir bölümü Osmanlılar döneminde, zaman içinde eklemeler yapılarak günümüzdeki haline getirilmiştir.
Bunun yanı sıra Türk mizah hayatının temel taşı olan Nasreddin Hoca’nın, Konya’da Akşehir’de yaşadığını da söylemek gerekiyor.
Ben Konya yazısını bitiriyorum ama Mevlana’nın Mesnevisine başladığı cümleler ile:
Dinle, bu ney nasıl şikayet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor. Diyor ki:
Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımla kadın da ağlayıp inlemiştir, erkek de. Ayrılıktan parça parça olmuş bir gönül isterim ki aşk ve özlem derdini anlatayım ona. Aslından uzak kalan kişi buluşma zamanını arar durur. "Ben her toplulukta ağladım, inledim. İyi hallilerle de eş oldum, kötü hallilerle de. Herkes kendi zannınca dost oldu bana. İçimdeki sırlarımı ise kimse aramadı. Benim sırrım, feryadımdan uzak değil, fakat gözde, kulakta o ışık yok. Beden candan, can da bedenden gizli değil; fakat kimseye canı görmeye izin yok.......
|