Bildiğiniz gibi seçim arefesindeyiz. Böyle zamanlarda yazmak çok zor. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. İnsan doğruları yazamamaktan korkuyor. Bu yüzden, siz kıymetli okuyucularımızın affına sığınarak, köşemi sözün büyük ustası rahmetli Galip Erdem Ağabeyimize bırakmak istiyorum. Malum, Tercüman'daki "Mektuplar" köşesindeki başyazılarının ilkinde şöyle demişti: "Bu köşede belki inandığım bütün doğruları yazamayacağım, ama mutlaka doğruları yazacağım." Galip Ağabeyin, "Zor günlerde birlik ihtiyacını" anlatan aşağıdaki yazısını seçim öncesinde yeniden okumaktan zevk alacağınızı düşünüyorum. Nur içinde yat Ağabey. MASAL SEVER MİSİNİZ* Galip ERDEM Arif Ramazanoğlu dostumuz bana anlattı. Ona da babası anlatmış. Çok hoşuma giden bir masaldır, sizlerin de beğeneceğini umarım. Zamanın bir vaktinde, memleketin birinde üç öküz varmış. Akça öküz, kara öküz, sarı öküz.. Diğer öküzlere hem benzerlermiş, hem benzemezlermiş! Hangi taraflarının benzediği malûm. Benzemeyen yanlarına gelince, birbirleriyle pek dost imişler. Hani, Canciğer kuzu sarması dedikleri cinsten. Birbirlerinden hiç ayrılmaz, her yere birlikte giderlermiş. Beraberce otlar, yiyecek sıkıntısı çekseler bile bulduklarını kardeşçe paylaşır, asla dövüşmezlermiş. Bir tehlike ile karşılaştıkları zaman derhal birleşir, iri ve korkunç boynuzlarını kullanarak en azılı düşmanlarını korkutur, yanlarına yaklaştırmazlarmış. Doğrusunu isterseniz, dostluğun çok da faydasını görmüşler. En verimli çayırlara gidiyor, birlikte güzel güzel otluyor, semirdikçe semiriyorlarmış. Eğer bir gün öküzlükleri tutmasaymış, ömürlerinin sonuna kadar gül gibi geçinip gideceklermiş!... O sıralarda, hayvanlar padişahı Arslanın canı sıkıntılı imiş. Çünkü, ormanda hiç işi yokmuş. Yenecek hayvanların sanki de nesli tükenmiş. Arslan hazretleri sabahtan akşama kadar hep esniyor, midesi de kazındıkça kazınıyormuş. Bakmış ki, böyle olmayacak: “Bari, demiş, ormana çıkayım da çayırlara doğru şöyle bir uzanayım, belki de bir şeyler bulurum.” Dediği gibi de yapmış. Çayıra gelince üç ahbap öküzü görmüş, ağzından sular akmış, “Ah, diye söylenmiş. Şunları bir yesem de midem bayram etse!...” Önce adeti üzere kükremiş, sonra öküzlerin üstüne yürümüş. Üç ahbap, arslanın sesini duyunca, hemen yan yana durup safları iyice sıklaştırmışlar, bir de hafiften bir “boynuz” gösterisi yapmışlar! Arslanda akıl çok...Vaziyetin nezaketini anlamış, siyasetini hemen değiştirmiş. Fazla yaklaşmadan öküzlere seslenmiş: “Günaydın,arkadaşlar nasılsınız?” Padişah hatır sorunca, tabii akan sular durmuş,eğilip saygılarını sunmuş, cevap vermişler: “Sağolun efendim, çok iyiyiz!” Arslan tekrar seslenmiş: “Değerli arkadaşlar, gelişimi galiba yanlış anladınız, sizi yemek istediğimi sandınız. Asla böyle bir niyetim yoktur. Karnım da zaten pek toktur. Günlerdir sizi gözlüyorum. Dostluğunuza, samimiyetinize hayran kaldım. Yiyecek her zaman bulunur, ama candan bir dost bulmak çok güçtür. Beni de aranıza almanızı, dost olmamızı teklif ediyorum. Sizi hiçbir zaman yemeyeceğime, üstelik bütün düşmanlarınıza karşı koruyacağıma söz veriyorum. Hayvanlar padişahı ile dost olmak istemez misiniz?...” Öküzler, arslanın dostluk teklifine öyle sevinmişler ki, neşelerinin fazlalığından böğürmeye başlamışlar. Bir arslanla üç öküz arasındaki duyulmamış dostluk böylece kurulmuş. Bir gün, üç gün geçer, arslanın iştahı kabardıkça kabarır, münasip fırsat kollar. Fırsat çıkmayınca, dayanamaz icadeder. Bir gün, akça öküz, çayırın yanındaki dereden su içmeye gitmiş. Arslan, kara öküzle sarı öküze ya nasip demiş ki: “Sevgili arkadaşlar, size büyük bir tehlikeyi haber vermek zorundayım. Akça öküz arkadaşımız yüzünden her gece kötü bir duruma düşüyoruz. Çünkü akça öküz, rengi çok uzaklardan seçildiği için, karanlıkta yerimizi belli ediyor, düşmanlarımızın silahına hedef oluyoruz. Çok düşündüm; yazık ki, başka bir çare bulamadım. Yaşamak istiyorsak, akça öküzden kurtulmamız şarttır. Onu aramızdan atmalıyız. Siz ne fikirdesiniz? “Kara öküzle sarı öküz boynuz boynuza verip konuşmuşlar. Akça öküz giderse, çayırın kendilerine kalacağını da söyleyememişler ama, hesaba katmışlar. Nihayet; “Ferman efendimizindir, tedbiriniz münasiptir.” Cevabını vermişler. Arslan teşekkür ettikten sonra, “Akça öküz aramızdan ayrılınca ya bir kaplanın veya insanoğlunun midesine inecek. Arkadaşımızın düşmanlarımızı beslemesinden herhalde hoşlanmazsınız. İyisi mi ben yiyeyim. Sizi çok seven bir dostunuzdan bu kadarcık bir armağanı esirgemeyeceğinizi umuyorum.” demiş. Kara öküzle sarı öküz, arslanın sözlerini akla yatkın bulmuşlar, akça öküzün yenmesine razı olmuşlar. Aradan beş gün geçmiş, arslan; sarı öküzle tek başına konuşmuş. Aynı hikaye, aynı düzen! Kara öküz de mideyi boylamış. Bir beş gün daha geçmiş: arslan, sarı öküzü almış karşısına. Bir kökremiş; “Ey öküz oğlu öküz, demiş,sıranın kendine geleceğini hiç düşünmedin mi?” Masal böylece bitiyor. Arslan, muradına ermiş, biz kerevetine çıkmışız: öküzler de arslanın midesine inmiş! Bakıyorum: Yiyenlerin arslanlıkla en ufak bir ilgileri yok; yenenler de öküz değil. Yine de yenme işi devam ediyor. Neyin nesi acaba?... *Galip Erdem, Mektuplar - Masal Sever misiniz, Devlet Dergisi, 1 Eylül 1969, sf.5
Not: Gazeteci-yazar Galip Erdem'i (10 Mart 1930-12 Mart 1997) daha yakından tanımak isteyen dostlarımız internetteki http://www.geocities.com/galiperdem adresini ziyaret edebilirler. Bir de özrüm var; Geçen sayımızdaki "Garip bırakılan Türk Kültürü" adlı yazımda büyük bir yanlışlık yapmışım: "TRT Türkiye Radyoları müzik programlarının sadece yüzde sekizi yabancı müziklere ayrılmıştır. Bu oran, program adedine göredir. Program süresi bakımından ise bu oran kırkta bire düşmektedir ki bu tam bir faciadır." cümlelerinin ilkindeki deki "yabancı müziklere" ifadesi "Türk Müziğine" olacaktı. Affola.. aybarsfirat@yahoo.com
|