TBMM’sinde AB’ye uyum yasaları içersinde geçirilen azınlık vakıflarının mülk edinme hakkının devletimize ne gibi sorunlar çıkaracağını şimdiden kimse hesap etmiyor. Vakıflardan sorumlu devlet bakanlığının bu konuda kararname gücü verilmiş bir yönetmelikle, Lozan’ı delme çalışmaları asla gözden kaçırılmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş anlaşması olan Lozan’ın delinmesi, devletin dayandığı temellerin yerinden sarsılması demektir. Türk devletinin en belirgin özelliklerinden bir tanesi milli cumhuriyet oluşudur. Milli varoluş sebebimizi dejenere edecek yok edecek anlaşmalar gündeme gelirse cumhuriyette yok olur. “Cemaat Vakıflarının taşınmaz mal varlıkları ile ilgili yönetmelik” adı altında çıkarılmaya çalışılan bu yönetmelik, çıkar çıkmaz peş peşe davalar açılacaktır. Rumlara, Yahudilere, Ermenilere ait olduğu iddia edilen bütün vakıf arazileri bu yönetmelikler çerçevesinde yeniden gündeme getirilecektir. AB’ye girme hevesiyle peş peşe verilen tavizler, Türkiye’ye asla Avrupa Birliği’nin yolunu açmayacak olsa olsa bizi Sevr’e geri döndürecektir.
Batı’nın hastalıklı “Şark Politikası” yeniden gündeme gelmiştir. Türkleri Anadolu’dan çıkartıp geldiği yere geri gönderme planı, batının öncelikli hedefidir. Batı her fırsatta bu şark politikasını uygulamaya koymaktadır. Bugün İtalya’da hükümet bütün resmi kurumlara haç konulması yasa tasarısını hazırlatmaktadır. Yani Haçlı zihniyeti batıda hiçbir zaman yok olmamıştır, olmayacaktır da.. Bunu her Türk aydınının bilmesi gerekir. Batı uyguladığı şark politikasını hiçbir zaman inkar da etmemiştir. Şimdi peş peşe çıkan “AB uyum yasaları”nı düşündükçe biz o kadar büyük mücadeleleri niye verdik düşünmeden geçemiyoruz. Ülkemiz yangın yerine döndü, milli cumhuriyetimizi kurmak için çok büyük bedel ödedik. Bu yasalar bizi ya yok olmaya götürecek ya da, yeni bir hesaplaşmanın başlangıcı olacaktır. Bu kaçınılmazdır. Lozan’da Batı Trakya Türkleri’nin hakları ile Türkiye’de yaşayan Rum asıllı azınlığın hakları karşılıklı esasa bağlanmıştır. Batı Trakya’da Türklere karşı uygulanan baskı ağırlaşarak devam ederken, biz hangi akla hizmetle azınlık vakıflarına geniş yetkiler tanıyan yönetmeliği çıkarıyoruz, bunu anlamak mümkün değildir.
Fener Rum Patrikhanesi’nin Vatikan tipi, İstanbul’un ortasında bir devlet kurma çalışmaları Türkiye’nin başını ağrıtacaktır. Çıkacak olan bu yönetmelikle zaten Patrikhane etrafında sürekli yer alan Rumların önü tamamen açılacaktır. Türkiye’yi bölmek parçalamak yok etmek isteyen bütün güçler eskiden hareketlerini gizli yaparlardı, şimdi ise açık açık faaliyetlerini yürütmektedirler. Alman Vakıfları ayrı, şimdi de içimizdeki Truva atı olan azınlık vakıfları bu yönetmelikle açıktan açığa faaliyetlerini yürüteceklerdir. Bu konuda değerli araştırmacı Aytunç Altındal’a mutla kulak vermek lazımdır. Altındal, “ 1908’de Osmanlı topraklarında 8 milyonu gayrimüslim olmak üzere yaklaşık 25 milyon kişi yaşamaktadır. Gayrimüslimlerin sadece 19 vakıfları vardır. Günümüzde 70 milyonluk Türkiye’de en fazla 100 bin gayrimüslim var. Bunların 160 vakıf okul ve diğer kuruluşları mevcut. Çoğunun AB’nin isteğiyle kurulduğu malumunuzdur. Ayrıca sivil toplum kuruluşları adıyla faaliyet gösteren bazı yerli ve yabancı kuruluşlar bu vakıfların arkasındadır. Bunların bazılarının bölücülük ve misyonerlik faaliyetlerini destekledikleri de bilinmektedir. Batı Alemi Türkiye üzerinde tam 3 bin klise mahâlli tespit etmiştir. Bu yönetmelik sayesinde bunlar üzerinde de hak iddia edeceklerdir. Kaynağı meçhul ve karanlık fonlar bu vakıflar aracılığıyla Türkiye’ye sokulacaktır. Bu gayrimenkuller üzerinde bayrak hakkı kullanabilecektir. Bu yönetmelikte mütekabiliyet de yoktur. Osmanlı-Türk varlığının Midilli’den Viyana’ya kadar uzanan topraklarındaki vakıflarıyla ilgili tek satır bile yoktur. Çıkacak olan yönetmelik sayesinde Fener Rum Patrikhanesi’ne Türkiye’de devlet içinde devlet olma imkanı sağlanmaktadır. Patriğin ekümenik (cihan patriği) olmasını isteyen, Heybeliada Ruhban Okulu’nun Türkiye Cumhuriyeti Devletinin egemenlik hakları dışında açılmasını isteyen AB kararları bu yönetmeliğin hayata geçirilmesi safhasında önümüze konacaktır.”
AB sevdası öylesine insanlarımızın gözünü kör etmiş, teslimiyetçi bir ruh haline sokmuş ki, anlatılması mümkün değil. Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) heyeti Kopenhag Zirvesi’nde Türkiye’ye gün verilmesi için Avrupa turuna çıkmış. İlk durağı olan Yunanistan’da, Yunan Başbakanı Simitis, “Kıbrıs’ın AB üyeliğin engellenmemelidir, Türkiye’ye müzakere tarihi verildiği ortamda Kıbrıs sorunu çözülmüş olacaktır herhalde, bu ikisi birbirine bağlı değil ama beraber gitmesi gereken bir süreç” demiş. Açıkça Kıbrıs’ı verin diyen bu başbakanla görüşme, Atina’dan Türkiye’ye destek olarak basına yansıdı. Simitis ayrıca görüşmede 2004 yılına kadar Ege kıta sahanlığı meselesinin de çözülmesini gerektiğini söylemiş. Danimarka’nın Ankara Büyükelçisi Christian Hope da, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği yöneticilerine “AB Güney Kıbrıs’ı üyeliğe kabul etmek zorunda kalacak. Belki, birleşik bir devlet olarak kabul edilir” demiş. Bütün AB, koro halinde, Kıbrıs’ı verin, Ege kıta sahanlığını halledin, Azınlık haklarını verin, verin verin.. Türkiye, kendi devletinin temeline dinamik koyduramaz.
Gazi Mustafa Kemal, Lozan anlaşması için, “ Bu andlaşma, Türk Milleti aleyhinde, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Andlaşması ile tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın yıkılışını ifade eden bir belgedir.”(1923)demişti. Bugün Lozan’ı delmek ve büyük Türk milletine yeni suikastlar hazırlamak isteyenlere fırsat verilmemelidir.
|